2019 Art Basel – Venedik Bienali ikilisinde hatırda kalacaklar
24 Kasım 2019 da kapanacak Venedik Bienalinin son ayında , ikizi Art Basel’ la beraber sergilenen işlerden işte aklımızda kalanlar :
13-16 haziran tarihlerine gerçekleşen ve 86 000 kişiden fazla ziyaretçisi olan en önemli çağdas sanat fuarı Art Basel’in bir de UNLIMITED bölümü bulunuyor. Fuarın hacimli işlere, uzun filmlere, büyük tablo ve dev enstalasyonlara ayrılmış , bu sene 80 işin sergilendiği en sanatsal bölümü UNLIMITED da sergilenen işlerin çoğu günümüzün sosyal ve politik problemlerine değiniyor . Örneğin Andrea Bower, Open Secret projesinde Amerika’ da Me Too hareketi çerçevesinde 200 cinsel taciz suçlama davasını inceliyor.
Abdulnasser Gharem ‘in Cemal Kaşıkçı cinayeti için kurduğu enstalasyon, ses geçirmeyen beyaz kapitone duvarlı ve Suudi bayraklı bir hücrede, 40 saniye içinde üzerinde politik şiddete dair sözler içeren mühürleri duvara vurup çıkmak üzerine kurulu.
Çin’in Macao merkezli güncel hastalığı kumar bağımlılığı ise Xu Zhen”in Nirvana isimli enstalasyonunda, krupiyeler tarafından, bakara ve rulet masalarının rakam ve çizgilerinin ince ince renkli kumlarla bir mandalaymış gibi bezenmesi üzerine kurgulu. Tibet budistlerinin yaratma ve yok etme süreçlerini (herşeyin geçiciliği) sembolü mandala için sanatçı kumarın kapitalist hırs ve açgözlülüğün sembolü, ama insanlık tarihi kadar da eski olduğunu, kumar ve ruhanilik, iki uygulamanın da kendi rituelleri ve kuralları ile varolmak ve yok olmak arasındaki paralelliğini gösteriyor.
Diğer ağır basan tema ise geniş zaman içinde varlığımız ve gelecek ütopyası. Laurent Grasso’nun filmi Otto, bilginin başlangıcına ulaşmaya çalışıyor. Bilimsel, tarihsel, dinsel ve ruhani veriler ışığında materyel ve immateryel dünyanın kesiştiği noktayı bir gurup fütüristik yarı saydam uçan kürenin Avustralya çölleri üzerindeki yolculuğu üzerinden görselleştirmeye çalışıyor.
Fiona Tan’in Elsewhere filmi ise 16 dakikada dünya ve gelecek ilüzyonunu anlatıyor. Otto’nun geçtiği çöller misali bir şafak görüntüsüyle başlayan film uzaktan gözüken gri gökdelen siluetli , havası kirli, otoyolları karışık ve tıkanık hüzünlü şehri, yeni gelinen ve herşeyin harika olduğu ütopik kent olarak görüntülere eşlik eden neredeyse fizik ve gerçek dışı bir ses ile hikayelendiriyor . Los Angeles üzerinden giden bu zaman- hatıra kavramları, insan ihtiyaç ve arzulari üzerine yapılan, anlatıyla görüntülerin birbiriyle tamamen çakıştığı meditasyon aslında durumun günümüzle tamamen tutarlı olduğunu da gösteriyor .
Bu sene Basel ‘da öne çıkan güncel sanatçı Güney Afrika’lı William Kentridge oldu . Gerek Kunstmuseum Basel’daki dev sergisi, Art Basel daki konuşması, gerek Basel Opera’sındaki görsel konseri Paper Music ile şehrin her tarafından fuara imzasını attı . Paper Music, besteci Philipp Miller ile Kentridge ‘in karakalem/ mürekkep çizimlerinden oluşan animasyonlarını canlı müzik ile bir araya getirip, piyano ve iki ses üzerinden sahneledikleri performans. Hem annesi hem babası Apartheid avukatı olan, hele babası yıllarca Nelson Mandela’nın savunmasını yapan William Kentridge’in üretimi politik ve çok çeşitli ama her işe önceiki elini birden aynı anda kullandığı çizimleriyle başlıyor. Bazen bu çizgiler çok ekranlı videolara, animasyon filmerine ya da geçen sene Londra ve New York ‘ta gösterildiği gibi 1. dünya savaşındaki Afrika’lı askerlerin hikayesini anlatan Head &Load gibi canlı performanslara dönüşüyor. Çizim dersleri adını verdiği kısa filmeri ise son 10 yıldır yaptığı sanatçının kendi kendini sorguladığı fragmanlar. Old master lardan öğrenmek diye adlandırdığı en son filminde ise günümüzde sanatçının Picasso, Erasmus, Cranach gibi devlerin yanında nasıl bir yerinin olabileceği üzerine. Atölye ortamında geçen bu filmler aynı zamanda sanatçının üretim prosesindeki, önce işinin üreticisi sonra seyircisi ve eleştirmeni olarak yasadığı gerginliğin aslında hepimiz için ne kadar doğal bir çelişki olduğu ancak gerçek yaşam ortamına girdiğimizde bu sorgulamanın, kendi eleştirel gözümüzün kaybolup gittiğini bize hatırlatıyor.
William Kentridge Johannesburg ‘un birçok açıdan feci bir şehir olmasına rağmen 64 yıldır hala orada oturduğuna göre iyi bir yanının da olması gerektiğini düşünüyor. Onu Londra, New York gibi sanat merkezlerine göre kenarda kalan Güney Afrika’da tutan alışkanlık rehavet ya da uyuşukluk değil, çok hoş ifade ettiği şekilde sanatçının sınırda-kenarda çalışmasıyla alakalı ayrıcalıklı durumu. Bu sayede dünyadan kopuk ama bir şekilde herşeyin üzerinde yüzer gibi büyük resmi görebilmek bir önseziyi hissedebilmek, küçük formel ekonomilere göre gittikce büyüyen formel olmayan ekonomilerin yarattığı denge, ya da dengesizliğin geçiciliğinin farkına varabilmek. Politik bir santçı olarak sanatçının politik olup olmaması konusunda ise Gabriel Garcia Marquez den bir alıntı yaparak, yazarın politik sorumlulugu iyi yazmaktır diye cevap veriyor. Sanatçının politik olması gerekmez, sanatçı eğer işini ilgiyle, iyi, açık, enerjisini ortaya koyarak yaparsa sonunda sanat kim olduğunu gösterir diyor.
Art Basel’de tüm zamanların öne çıkan sanatçısı ise Beyeler Foundation’in en başarılı sergilerinden biri, 300 000 den fazla kişinin gezdiği Genç Picasso sergisiyle Pablo Picassso oldu. Sergi, Picasso’yu 19 yaşından itibaren takip ediyor. Önce Mavi yani, Picasso’nun yakın arkadaşı Carles Casagemas’in kara sevda sonucu intiharıyla girdiği bunalım
Paris ve Barselona yıllarına denk düşen artık Ruiz soyadını bırakıp Picasso diye imzaladiği, renk paletini tek renk maviye indirmesiyle belirlenen ve insan istırabının derinliklerine bakan büyük varoluşçu temalarla ilgilendiği dönemle başlıyor,
ardından Pembe, yani 1904 te Paris’te hayatının ilk büyük aşkı Fernande Olivier ile tanıştığı, sirkler ve fantastik bir dünyayı resmettiği, paletinin mavi tonlarının kırmız/pembe tonlarına dönüştüğü dönemle devam ediyor , son olarak Katalunya ve Paris’te yaptığı tabloları ile yeni bir görsel dil geliştirdiği ,1907 de primitif tablo Les Demoiselles d’Avignon ile kubizmin gelişinin habercisi olan dönemle son buluyor
Bu altı yılın sonunda 25 yaşında, umutlu genç bir sanatçı olarak girdiği sanat dünyasına adını, kendi özgün tarzını geliştirmiş, modern sanatın en büyük devrimcisi bildigimiz Picasso olarak yazdırıyor. 1901-1906 yıllarını kapsayan, Picasso’nun olağandışı sanatsal gelişimini belgeleyen sergi aslında kübizmin, birçok sanat tarihçisinin anlattığının tersine Picasso’nun çalışmasında bir çığır açma, devrim yaratma ya da kırılma noktası olmasının tersine, mavi- pembe dönemin sürekli yenilikçi sanatsal çözümlerin arandığı bir gelişimi olarak algılanması gerektiğini söylüyor.
“Venedik ‘te gör Basel’ da satın al «. Venedik bienal açılış haftası ve Art Basel arasında bir ay gibi kısa bir süre olması, ticari olmayan Venedik Bienalini, en ticari sanat fuarı Art Basel ‘a göbekten bağlıyor. Venedik bienali bir nevi sanatçıların görücüye çıktığı, başka perspektiflerden tanıtılıp keşfedildikleri yer olsa da itibar ve fiyatları Basel ‘da belirleniyor. Art Basel’da gittikçe yaygınlaşan saati 1000-1500 CHF bulan özel showroomların kiralanıp, önemli eserleri herkese göstermeden sadece özel müşterilere tanıtma trendi bu durumu daha da kamçılıyor. Venedik bienali açılış haftası tüm şehrin sergi mekanına dönüştüğü bahçeleri, tersaneleri, kiliseleri, müzeleri ve büyük kanal boyu dizili vakur palazzo’ larıyla, aslında doğal güzelliğinin kat kat yettiği ancak üstüne eklenen sayısız parti ve aktiviteleriyle bir haftada algılanamayacak yoğunlukta kendi başına bir extravaganza .
11 Mayıs’tan 24 Kasım’a kadar devam eden, Ralph Rugoff küratörlüğünde gerçekleştirilen 100 den fazla sergi , 90 ülke pavyonu ve 21 resmi paralel sergiye sanat dünyasının bu en önemli şehir-vitrininde öne çıkanları ise şöyle sıralayabiliriz.
Ülke pavyonlarından bu seneki altın aslan ödülünün sahibi Litvanya, arsenalin kenarında oluşturduğu gerçek bir plajda sergiledigi Sun &Sea adlı opera enstalasyonu ile dikkatleri çekiyor. Her cumartesi 1 saatlik aralıklarla tekrarlanan ve ziyaretçilerinin 5 dakika için girip bir saat sonra gözlerinde yaşlar olacak kadar etkilenerek çıktıkları, Venedik halkının aynı zamanda enstalayondaki günlük yaşamı oynayan aktörlere ve güneşe tapan şarkıcılarına dönüştüğü bu Brechtvari opera, , gunumzde bos zaman mevhumu, keyif ve ekolojik felaketler ekseninde dönüyor.
Gümüş aslan ödülü Kıbrıs’lı genç sanatçı Haris Epaminonda ‘ya gidiyor. Nasıl tüm elemenları hem kişisel hem de birbirinden bağımsız olup ta tamamen gözler önünde olan bir hikayeyi, hikayeleme sırasıyla analatibilirsinizden yola çıkan sanatçı, parçalanmış hatıralardan, görüntülerden, tarihten alınmış değişik elemanları ince bir dikkatle bir araya getirerek üç boyutlu bir de Chirico tablosunu andıran senografisinde, birbiri üzerine gelen objeler, formlar ve imajlar, değişik kadraj ve zoomlamalarla , durdukları yerden kıpırdamadan size birbirinden farklı kareler yani hikayeler veriyorlar .
Parçalanmış hatıraların bir diğer temsilcisi de İnci Eviner’in Türkiye pavyonundaki Biz, Başka Yerde sergisi. Sanki birileri ikiye ayrılmış beynini, yarım kalmış hikayelerini arıyor ben de bunlara tanıklık ediyorum diyerek figürlerin diğer yarılarını bulmaya çabaladıkları yolculukta sırayla karşılaşılanları kurgulayan enstalasyon bu çabayı insanların kesintiye uğratılmış, iptal edilmiş hafıza ve bedenlerini yeniden ele geçirme uğraşısı olarak tanımlıyor. Serginin Orhan Pamuk tarafından kaleme alınan giriş yazısı ise mükemmel.
İki nokta arasındaki en kısa mesafe düz bir hayaldir. İki hayal arasında en kısa kişi yalnızca bir gövdedir! Demek ki; iki gövde arasındaki en kısa ilişki bir gölgedir. İki gölge arasındaki en kısa gövde benim yüzümdedir. Yüzüm ile ben bir gölge idik eskiden. Sonra sağda solda belirdi ötekiler. Bir takla atardım yüzüm gelirdi. Bir takla daha atardım içim gelirdi. Bir takla daha atar, sonra adımlarımı sayardım, çünkü gölgem ben değildi.
Aslında bienal projelerinin çoğu kimlik, kişilik, göçmenler konuları üzerinde yoğunlaşıyor. Kanada pavyonu, kuzey kutbu yerlileri eski adıyla eskimo yeni ismiyle sayıları 15 000 i geçmeyen Baffin adası inuitlerinin kültür ve geleneklerini devam ettirme çabalarını konu alan, sanatçı kollektifi Isuma’nın , yerli inuit aileleri üzerine çektiği 3 video enstalasyonu sergiliyor. Eskimoların bir nevi taş devirden dijital çağa direkt geçiş yapmalarından kaynaklanan, sözlü gelenek kültürünün veri kaybını önlemek için bir nevi militan videolar çeken bu kollektif , para nedir ben bilmem diyen inuitleri, meslek edinsin para kazansın diye yerinden yurdundan edip okullara gönderen devlet politikalarını, demir madenlerini işletmek üzere topraklarına müdahele etmeye çalışan maden şirketlerinin dalaverelerini ve günlük yaşamdan sahneleri içeren bu videoları ayrıca isuma.tv/live dan da seyredebilirsiniz.
Brezilya pavyonu, ülkede yayılan Swinguerra hareketini inceliyor. Quadrille, samba, elekronik müzik figürlerini birbirine karıştırıp Brega ve Batidaio de Maloka danslarını 10 -50 kişilik gruplar halinde kenar mahallelerin spor sahalarında çalışan ve yarışmaya hazırlanan bu dansçılar, cins, irk, güç ve sınıfları farklı, genelde non binary siyah bedenlerle Brezilya kültürünün tam bir panoraması, marjinallerin bir entegrasyon ve kimlik umudu.
Lüksemburg pavyonundaki Written by Water adı altında batı medeniyetinin beşiği , antik hikayelerin dekoru, keşiflerimizin çıkış noktası, dünya görüşümüzü belirlemiş ve degiştirmiş olan Akdeniz temalı pavyonda, Portekiz’li sanatçı Marco Godhino, politika ve şiiri eşit oranda harmanladığı günümüzün ağır sorularını sorgulayan, bir taraftan deniz kenarında kitap okuyan adam portresiyle -ama bu video’da kahramanımızın okudugu kitap Homer’in Odiyseey ‘si, ve okuduğu her sayfayı okudukça sahil kumlarına atan, diğer tarafta Akdeniz ‘in değişik yerlerinde suya daldırıp ıslattığı kitapların kurutulmuş halinden yaptığı enstalasyonda kitapların aslında suyla silinmiş sayfalarında Akdeniz’in hatırasını barındırdıklarını anlatan ve tümünü göçmen krizine bağlayan romantik bir kurgu sergiliyor.
Diğer şiirsel pavyon ise Madagaskar. Mimar sanatçı Joel Andrianomearisoa 1897’ye kadar süren Hint okyanusundaki Madagaskar Krallığınını, 12 kutsal tepesinden birinde yer alan, siyah egzotik palisandr agacından yapılmış ilk sarayı Ilafy’nin cephe tahtalarını hayalgücünde tek tek ayırarak , 9 gögü simgeleyen ve 9 ipe dizilen siyah hışırdayan, hafif hafif uçuşan ipek kağıt parçalarına dönüştürüyor. Amacı genelleştirilmiş temsilleri yıkmak.
Fransa pavyonu ise Laure Provost’un sergisi Deep See Blue Surrounding You Paris banliyösünden baslayip Venedik’te son bulan akrobat, sihirbaz, rapçi, rahip, karate hocası , flütçü, dansçı gibi değişik karakterler arasında geçen sürrealist ve varolusçu dialoglarla dolu bir yolculuk videosu. Ahtapotu dünyanın başlangıcı ve insan sinir sisteminin metaforu olarak gören Provost filmi bu tip bilinmeyen bir hayvanın midesine kim olduğumuzu ögrenmek için yaptığımız metaforik bir yolculuk olarak görüyor. Provost’ a göre nesiller ve kimlikler bizi ne yakaştırıyor ne uzaklaştırıyor. Onun ütopik dünyası Polonya’lı sosyolog Zygmunt Bauman geliştirdiği ” Liquid Modernity “ postmodern dünya konsepti bazlı, etkileşim ve bağlantılardan oluşan akışkan ve küresel bir dünya.
Elsewhere ‘in bir ceşidi de sanatçımız Halil Altindere’nin “Neverland “isimli projesi. Kaybolmuş bir bahçenin içine, esasında yanlışlıkla yerleştirilmiş bu Paladio tasarımı sadece cehpesi bulunan, film seti dekoruna benzeyen ev, aslında sayıları bir Fransa ya da İtalya nüfusunu geçecek kadar kabarık, dünyada yerinden yurdundan olanların, yani yanlış yerleştirilmişlerin simgesi.
Chromo Sapiens İzlanda pavyonunun sergisinin ismi. Beyin üretimi modern kültürün yapay ortamı sebebiyle insanın doğaya dönüş ihtiyacını, İzlanda’lı rock grubu HAM’ in müziği eşliğinde yapay saçlarla kaplı içine girip gezdiğiniz psikadelik ve sürreel bir mağara enstalasyonu ile anlatıyor.
Nereden geldiğimize aklını yoranlar gibi bir de nereye gidiyoruza kafayı takmış pavyonlar var. Adını Cosmic Egg, insan ve insan dışındakilerin aynı kozmik yumurtadan doğduğu mitinden alan Japonya’ya pavyonunun sergisine gelince Antroposen döneminde ekolojik birlikte yaşam, yani insan ve insan olmayanların beraber yaşamı nerede yaşayabileceği üzerine, Okinawa adasında çekilen, dalgaların koparıp getirdiği sahildeki doğal sunami kayalarında doğan yeni bitkisel hayatı ve göçebe kuş kolonilerine nasıl yeni yuva olduklarını gösteren neredeyse hiç hareket etmeyen film fotoğraf arasi görseller , insan yapımı olmayan bir müziğin eşliğinde yeni bir deneyim,ve fiziki aesthesia ,hisleri algılayabilme şekli sunuyor.
XANAX ise Jon Rafman’ın Dream Journal adlı, gittikçe daha birbirinden sürreel manzaralar içinde absürdleşerek gelişen 3-D bilgisayar animasyonu Dante vari hikayesinin karton karakteri. Bana benim cehennem versiyonumu sor, ya da sen klonun klonusun gibi garip diyologlara şahit olduğumuz hikayede, kahramanımız kaçırılan köpek ve fokbalığı karışımı vücutlu insan kafalı arkadaşının insan olmayan insanlardan oluşan bir toplumda bulma çabalarını görüntülüyor. Bilinci açık rüya gürme ve otomatik yazım arası kurgulanmış içimizin iğrençliklerinin 21. yüzyıl versiyonu halüsinasyonlar, modern dünyayı varolmasından önce resimleyen 16 yüzyıl sanatçısı Hieronymus Bosh şimdi yaşasa işte tam bunları çizerdiyi insana dedirtiyor. Rafman aslında geçmiş modern zamanların geleceğe yönelik ütopyalarının postmodern dünyada distopik bir vizyona dönüşmesinin sonucu bundan sonra geleceği nasıl hayal edeceğimizi kendi kendine soruyor.
Ancak bienalin tartışmasız en duygsal iki sergisi Ca Pesaro’daki Arshile Gorky
ve Fondation Prada’daki üzerinde çok daha uzun yazmak isteyecegim Jannis Kounellis sergileri .
Bienalin sloganı May You Live in Interesting Times, anlatıldığına göre İngiliz milletvekili Sir Austen Chamberlain’in Çinli’lerden öğrenmiş olduğu bir lanetleme olup 1930’ larda diplomatik bir cevap için bulmuş olduğu formül.
Batılı politikacılar buna 100 yıldan fazladır referans yaparak gerektiğinde kullanıyorlar ancak işin gerçeği de şu ki böyle bir sözün söylenmişliği yok. Yalan haber miti ve uydurmanın diz boyu olduğu günümüzde 2019 Venedik sanat bienalini de yalan bir lanetleme üzerine kurmak, komiseri Ralf Rudoff ‘un ise bilinçli seçimi.